Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban-ki Moon yaptığı açıklamayla dünyaya seslendi:
“Bugün, aşırı yoksullukla mücadele üzerinde birlikte düşüneceğimizi, karar vereceğimizi ve birlikte faaliyete geçeceğimizi ve kimseyi dışarıda bırakmayacak şekilde planlamamızı yapacağımızı taahhüt ettiğimiz bir gün.”
Günlük 1,25 ABD Doları ya da daha düşük bir gelirle geçinmek zorunda kalan kesimler aşırı yoksul, günlük 1,90 ABD Doları veya daha altında gelirle geçinmek zorunda olanlar ise yoksul olarak tanımlanıyor.
Üye devletleri ve tüm ortaklarını yoksullukla mücadele ve sürdürülebilir, barışçı, refah ve eşitlikçi bir geleceğin inşası için kararlılıkla harekete geçmeye çağıran Ban, “Hedefimiz, sadece küçük bir kesim için değil herkes için refahın sağlanması olmalı” dedi.[1]
Bugünkü sistemin küçük bir azınlığın gelirden giderek daha fazla pay aldığı buna karşılık toplumun diğer kesimlerinin ise gelirlerinin nüfuslarına oranla daha da azaldığı bir işleyişi olduğu açıktır.
Yoksulluk yalnızca günlük gelir miktarı ile de tanımlanacak bir olgu değildir. Dünya Bankası Küresel Yoksulluk ve Eşitlik Programı Direktörü Carolina Sanchez-Paramo yoksulluğun yarattığı eşitsizliği şu şekilde ifade ediyor:
“Günlük 1,90 dolar ile mutlak standarda göre yoksul sayılanların sayısında düşüş olsa da, bu ülkelerdeki yaşam standartlarına göre yoksul olanların sayısı artıyor. Yani yoksulluğa karşı mücadelede ve daha geniş kapsamlı sosyal gelişme açısından günümüzün en büyük sorunu, eşitsizliğin artmasıdır.”[2]
Yoksullar yaşanan her türlü ekonomik, sosyal ve doğal krizin en fazla vurduğu, onarılmaz yaralara neden olduğu toplum kesimini oluşturmaktadır. Yetersiz sosyal güvenlik sistemleri yoksulları insana yaraşmayan koşullarla yüz yüze bırakmaktadır.
Hiç şüphesiz yoksulluğu önlemek için istihdam edilen nüfusu artırılması, sosyal güvenlik sistemlerini iyileştirmesi kadar refah seviyesini de yükseltecek politikalar geliştirilmelidir. Bu amaçla gelir dağılımının adaletli dağılımını sağlayacak bir ekonomik ve sosyal yapının olması ve işler kılınması zorunluluktur.
Bu çerçevede toplumun önemli bir kesimini oluşturan çalışanların örgütlenmesi ve toplu sözleşme ile ücretleri, çalışma koşulları üzerinde söz sahibi olabilmeleri gerekmektedir.
Elbette işçilerin veya kamu görevlilerinin bir sendika çatısı altında bir araya gelmeleri önemli bir gelişmedir. Ancak bunun kadar sendikalar da sermayeden ve iktidarlardan bağımsız, işçi sınıfının hak ve yararlarını temel alan bir yaklaşım için olmalıdır.
Ülkemizde ne yazık ki işçiler bir yandan iktidarların ve sermayenin baskısına maruz kalırken diğer yandan ikballerini iktidarlara bağlamış kimi sendika yöneticileri eliyle yoksulluğa mahkûm edilmektedir.
Yoksulluğun ve bu nedenle karşılaşılan ayrımcılığın önlenmesi için hepimize sorumluluk ve görev düşmektedir.
[1] http://www.bmdergi.org/tr/ban-hedefimiz-herkes-icin-refahin-saglanmasi-olmali/
[2] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50062398
This post is also available in: Türkçe